18 Ağustos 2012 Cumartesi

Teflon




Saat sabah 05:00'ı gösteriyor. Uykusuzlukla mücadele eden bedenim, son yüz metreye rakibiyle başa baş giren bir uzun mesafe koşucusunun gösterdiği gayreti ve hırsı son derece güçlü bir şekilde hissediyor.

Radyo Voyage'ın hafif müzikleri eşliğinde kapanmamaları için yoğun çaba harcadığım gözlerimi, rastgele herhangi bir noktaya dalıp gitmişken yakalıyorum.

Çalışmayan siyah beyaz bir televizyonun ekranında boş bakışlarla uykuyu arayan gözlerim, su ısıtıcısının çıkardığı "tık!" sesiyle bir an için kendine geliyor.

Sabahın nemli soğuğu artık içimi titretmeye başlamışken, kaynayan suyu usulca içine doldurduğum plastik bardaktan çıkan yoğun kahve kokusu, usulca kulağıma fısıldayan tok bir sesle kim olduğumu hatırlamamı sağlıyor adeta.

* * *

Zaman mefhumumu kaybettim artık. Burada geçirdiğim kim bilir kaçıncı gün?

Bugün günlerden ne? Beni buradan aldıklarında uyuyabilecek miyim?

Eski hayatıma geri döndüğümde hiç bir şey olmamış gibi yine aynı hayata kaldığım yerden devam edebilecek miyim?

Herşey bıraktığım gibi mi yoksa benden habersiz birşeyler değişti mi?

Eğer birşeyler değiştiyse, acaba burada olmasaydım değişimleri engelleyebilir miydim?

Neden değişimler beni bu kadar huzursuz ediyor?

Bilmiyorum...


Baktığım her yerde soru işaretleri belirmeye başladı. Cevaplarını şu an için bilmemin imkansız olduğu bu sorulardan kurtulmak için kapıyı sertçe açıp kendimi sabah soğuğunun içine atıyorum.

* * *

Soğuk ve berrak çam kokusu ciğerlerime dolarken gözlerim, önümde şuursuzca uçan yusufçuğa takılıyor. Göğe doğru yükselen yusufçuğu takip ederken, yeni yeni aydınlanan gökyüzünde, henüz kaybolmayan yıldızların arasında, usulca süzülen bir uçağın camından, bana el sallayan küçük bir çocuk olduğunu hayal ediyorum. Yüzümde oluşan tebessüm, uçağın dağın arkasına geçip yok olmasıyla, buruk bir şekilde ortada kalıyor.

Olduğum yerde kıpırdamadan uzaklara bakıyorum. Midemde başlayan hafif bulantı, başımın dönüşü ve sarhoş gözlerle etrafa bakışım yalnızlığın ve uykunun tekrar bedenimi etkisi altına aldığının göstergesi.

* * *

Tükendiğimi hissediyorum. Yıkılmaya niyetim yok. Hatta sanki bu halimi sevmeye başlıyorum.

Filmlerde yediği kurşunlara rağmen yıkılmayan bir kahraman gibi, sıkıntılara ve zorluklara karşı dik durmaya çalışıyorum.

Kahraman olduğuma kendimi iyice inandırıp; "Bu kadar yeter, artık içeri girme zamanı" dediğim anda, bomboş yolun sonundan gelen araç sesi; ıssız bir adaya düşüp, yaşam savaşı veren bir adamın kurtarıcısını gördüğü anda hissettiği, yorgun sevinci bir kez daha yaşıyorum.

* * *

İçinde olduğum araç dönüş yolunda ilerlerken, bir günü daha atlatmanın ruhuma verdiği tazeliği hissediyor, eskiden sünger olan vücudumun bir kısmının daha, teflon ile kaplandığını duygusuzca izliyorum...



( 17.08.2012 / BEYKOZ )

Sev"diğ"imli Rüya



İstanbul Boğaz Komutanlığı Umuryeri kışlasında, 1. Güvenlik Bölüğünün, 9. koğuşudaki 87 numaralı yatakta, yorucu geçen kolluk nöbetinin ardından, dinlenmeye çalıştığım birkaç saatlik uykunun tam ortalarındayken, içinde bulunduğum ruh halinin etkisiyle gördüğüm rüya şu şekilde;

Yaklaşık dört aydır göremediğim sevgilim Beyza'nın rüyamda karşıma çıkmasıyla, uykunun dinlendiricilik seviyesi oldukça yüksek bir değer kazanmıştı.

Rüyanın içinde olduğumun farkında olmayan ben için Beyza'yı görmenin sevinci, elinde tuttuğu hediye paketiyle daha da keyifli bir hal almıştı.

Hediye paketini bana uzatırken yüzünde beliren sıcak gülümseme, paketi alırken elime deyen ellerinin sıcaklığıyla son derece uyumluydu.

Böyle bir ahenge rüyada rastlamak olacak iş değildi.

Özenle yapıldığı belli olan hediye paketini, zarar vermeden açmak için çabalarken içimde çocuksu bir heyecan vardı. Paketin içindekini çıkarmaya yetecek kadarlık bir kısmını dikkatle açtıktan sonra son kez kafamı kaldırıp Beyza'nın yüzüne baktım ve vereceğim tepkiyi merak eden hınzır bir gülüşle karşılaştım.

Elimde tuttuğum paketin yumuşaklığı, içinde bir kıyafet olduğunu tahmin etmeme yardım ediyordu. Elimi usulca paketin içine soktum ve daha önceden çokça aşina olduğum bir dokuya sahip olan kıyafeti hissettim.

Artık boş kalan paketi yan tarafımdaki koltuğa bırakırken, sağ elimin üstünde kum rengi bir gömlek ve bir pantolon tuttuğumu görüyordum.

Gömleğin sağ cebinin üstünde soyadım yazılıydı.

O an zaman durdu, kafam karıştı, gerçeği sorgulamaya başladım..

Kaldırdım tekrar başımı, içten bir gülüşle beraber kırptım hızlıca sağ gözümü.

Beyza şımarık bir gülüşle karşılık verdikten sonra arkasına dönüp güzel ahşap dolabına yöneldi, bende tam zıt tarafta kalan metal dolabıma.

Soğuk dolap kapağımı açtım. Karşımda sağ cebinin üzerinde soyadımın yazılı olduğu yüzün üzerinde kum rengi gömlek ve pantolona bir yenisini daha ekledim.

Arkamı döndüğümde Beyzam elinde bir hediye paketiyle bana yaklaşıyordu. Artık arkasında kalan dolabının kapağını açık unutmuştu. Dikkatle baktığımda dolabın içinde 33 tane daha hediye paketi ve bir tane de uçak bileti vardı.

Beyza bana, ben Beyza'ya yavaş adımlarla yaklaşırke, benim içim biraz daha rahat, Beyza'nın yüzü de biraz daha mutluydu.

Huzur verici bir sesle "Yarın görüşürüz" derken, ben dolap kapağıma sertçe vuran bir el ve "koğuş kalk!" sesleriyle;

İstanbul Boğaz Komutanlığı Umuryeri kışlasında, 1. Güvenlik Bölüğünün, 9. koğuşudaki 87 numaralı yatakta yeni bir güne umutla ve heyecanla gözlerimi açıyordum.



Bugüne dek hayattan aldığım en güzel armağana olan özlemimle...




( 15.08.2012 / BEYKOZ)

Labirent

Koştuğum yarışın ilk etabının son engeli vardı önümde. Bu son adıma gelene kadar zor anlar yaşadıysam da, fazla yara almadan atlatmayı başardım. Son barikatın aşılamayacak bir yanı olmadığını biliyordum ve alacağım yaralara kendimi hazırlamıştım.

Aldığım bu karar, derin nefes alınarak atılacak cesaret dolu bir adım gibiydi.

Adımı attım atmasına ama pırıl pırıl aydınlık hava karardı birden. Yalnız değildim ama yalnızdım aslında. Kalabalıkların seslerinin yankılandığı boş bir labirentin başlangıç noktasıydım.

Küçücük bir noktaya dönüştüm. Üzerimde kocaman bir kalem ve onu tutan birbirinden farklı birçok el.

Dışarıdan bakanlara o kadar da uzun görünmeyen bu labirent, küçülüpte noktaya dönüşen ben için, ucunun aydınlık olduğunu düşünemediğim devasa bir tünel gibiydi.

* * *

Uzun zamandır buradayım. Karanlık koridorlardan geçtim. Arada bir kendine hayrı olmayan sokak lambalarına rastladım. İyice baktım etrafa.

Sokak lambalarına denk geldiğim anlardan birisini unutamayacağım;

Labirentin üstü açık bir koridorundaydım. Gökyüzünde yüklü yağmur bulutları, yerde çekirdek kabukları, bankların sırt dayama yerlerinde oturan birkaç gölge ve benden biraz uzakta hızla koşturan iki fare..

Yanık yanık türkü söyleyen genç bir ses bozuyordu sessizliği..

Sağda solda sararıp düşen yapraklar kıpırdamıyordu, tıpkı dans edercesine havada süzülmesine alıştığım, sigaramın dumanı gibi..

* * *

Daha sonra adım atmaya devam ettim, yine karanlıktaydım..

Sokak lambası gözden kayboldu..

Ben ilerledikçe arkamda bıraktığım hat gittikçe uzuyordu. Bana yön veren kalemi tutan eller biliyorlardı bu labirenti. Bildiklerini biliyordum çünkü daha önce binlerce defa yine bu yollardan geçmişlerdi. Benden sonra da daha binlerce kez geçeceklerdi aynı labirentten. Sadece kalemin rengi değişecekti..

* * *

Artık yolun sonuna yaklaştığımı biliyorum. Karanlık yolum aydınlanmaya başladı. Tünelin sonundaki ışık her geçen an daha da büyüyor.

Her geçen an daha da kendim olarak, olmaya çalışarak gidiyorum..

Geleceğe umutla bakarak, özlemle, hasretle koşuyorum hayata..

Nokta git gide büyüyor, güçleniyor, ilerliyor inançla, duvarları yıkarcasına..


Işık yakındır,

yakın...








( 11.08.2012 / BEYKOZ )

4 Ağustos 2012 Cumartesi

Belki

Bomboş beyaz sayfalar bir şeyler söylemek istercesine önümde duruyorlar.

Çok bariz bir şekilde belli oluyor ki boş kalmak hoşlarına gitmiyor.

Tertemiz sayfanın ortasında beliren bir çift hüzün dolu göz, onlarla ilgilenmem için bana cesaret veriyor.

Derin bir nefes alıp kağıtların yanındaki mahzun kalemim elimde, bir şeyler karalamaya başlıyorum.

Bu yazılar kendi düşüncelerim mi yoksa kağıt ve kalemin beni esir alarak zorla yazdırdığı kendi hisleri mi bilemiyorum.

Kafam karışık, saçmalamak istiyorum. Saçma hareketler, saçma sözcükler kendimi bulunduğum ortama adapte olmuşum gibi hissetmemi sağlıyor.

Şu saçma ruh halimi anlatmaya çalışan cümleler, yıllar sonra sahip olduklarımın değerini anlayamadığımı hissettiğim zamanlarda, bugünleri hatırlatıp kendime bir çıkış yolu bulmama yardım edebilir.

Kim bilir belki öyle bir anda bu yazıyı okuduğumda, beni yazı yazmaya zorlayan boş kağıtlarım ve mahzun kalemime teşekkür ederim ve yüzümde bir gülümseme belirir..







(31.07.2012 / BEYKOZ)

Karanlık Fanus


En son, bir varmış bir yokmuş'la başlayan bir masalı, gözlerim kapalı dinlerken hatırlıyorum kendimi.

Masalın kahramanı; Masmavi gökyüzünü benek benek beyazlatan bulutların altında, özgürce uçan bir güvercin.

Güvercinin semada dans edişini izlerken kanadından kopan tüyle birlikte açıyorum gözlerimi.


İşte o tüy koptuğundan beri bu karanlık fanusta yaşıyorum.

Güzel bir masalla başlayan uykumda kabusun ortasına düştüm ve oradan oraya sürükleniyorum.

Ufacık camdan bir fanusun içinde gerçeği arıyorum.



Yüreğimdeki, 
şaha kalkmış kısrakla birlikte,
 elim kolum bağlı, 
güvercinden kopan tüyün, 
yere düşmesini bekliyorum..





(02.08.2012 / BEYKOZ)

Sudaki Çınar

Birbirinden farklı hayatların zorla buluşturulduğu noktadayım.

Ezberlerin bozulduğu bir dünya burası ve bütün kurallar yeniden yazılmış sanki. Kısacası mantık buraya hiç uğramamış.

Saate baktığımda akşam üzeri 6'yı gösteriyor. Ben yine tek başıma, daha önce kaç kere aynı şeyi yaptığımın farkında bile olmadığım yerdeyim.

Kırmızıya sonradan boyandığı fazlasıyla belli olan bir bankta oturuyorum. Yanımda bir ceviz ağacı var. Tüm heybetiyle yanımda duruyor. Sessizliğe dalmış o da, birşeyler düşünüyor belli ki.

Karşıma baktığımda birçok ağacın içerisinde kendisini hissettiren, güçlü, ulu, kahin görünümlü bir çınar ağacı. Belli ki görmüş geçirmiş.

Bu zor günlerimde rahatlayıp, yaşamı bana hatırlatan sayılı güzellikten biri.

İleride, geçmişte kalacak bu günlerime dönüp baktığımda, kesinlikle kafamda belirecek fotoğraf karelerinin başında bu ulu çınar ağacı olacak.

Önümde simsiyah asfalt bir zemin ve üzerinde sigara izmaritlerinin yüzdüğü küçük bir su birikintisi. Durgun olan su son derece huzurlu görünüyor.

Oturduğum yerden suyu incelerken içinde barındırdığı huzurun sebebini fark ediyorum. Suyun yüzeyine yansıyan görüntüde ulu çınar ağacının suretinin oluşu yüzümün gülmesini sağlıyor.

İşte yine sıkılan ruhumun yaşamdan derin bir nefes aldığı güzel bir an.



Karşıtlıklar ve karışıklıklar içinde huzuru aramak. Burada huzura rastlamak zor. Ama zor da olsa yakalanan o küçük anlar, benzersiz bir dokunuşla okşuyor ruhumu.

Burası hüznün yuvası. 
Birbirinden farklı hayatların yontularak ortaklaştırıldığı yer.

Burada her şey gerçek 
ve
 burada her şey sahte.

Tıpkı çınar ağacının sudaki yansıması gibi...




Sevgi ve Hasretle..


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...