Saat sabah 05:00'ı gösteriyor. Uykusuzlukla mücadele eden bedenim, son yüz metreye rakibiyle başa baş giren bir uzun mesafe koşucusunun gösterdiği gayreti ve hırsı son derece güçlü bir şekilde hissediyor.
Radyo Voyage'ın hafif müzikleri eşliğinde kapanmamaları için yoğun çaba harcadığım gözlerimi, rastgele herhangi bir noktaya dalıp gitmişken yakalıyorum.
Çalışmayan siyah beyaz bir televizyonun ekranında boş bakışlarla uykuyu arayan gözlerim, su ısıtıcısının çıkardığı "tık!" sesiyle bir an için kendine geliyor.
Sabahın nemli soğuğu artık içimi titretmeye başlamışken, kaynayan suyu usulca içine doldurduğum plastik bardaktan çıkan yoğun kahve kokusu, usulca kulağıma fısıldayan tok bir sesle kim olduğumu hatırlamamı sağlıyor adeta.
* * *
Zaman mefhumumu kaybettim artık. Burada geçirdiğim kim bilir kaçıncı gün?
Bugün günlerden ne? Beni buradan aldıklarında uyuyabilecek miyim?
Eğer birşeyler değiştiyse, acaba burada olmasaydım değişimleri engelleyebilir miydim?
Neden değişimler beni bu kadar huzursuz ediyor?
Bilmiyorum...
Baktığım her yerde soru işaretleri belirmeye başladı. Cevaplarını şu an için bilmemin imkansız olduğu bu sorulardan kurtulmak için kapıyı sertçe açıp kendimi sabah soğuğunun içine atıyorum.
* * *
Soğuk ve berrak çam kokusu ciğerlerime dolarken gözlerim, önümde şuursuzca uçan yusufçuğa takılıyor. Göğe doğru yükselen yusufçuğu takip ederken, yeni yeni aydınlanan gökyüzünde, henüz kaybolmayan yıldızların arasında, usulca süzülen bir uçağın camından, bana el sallayan küçük bir çocuk olduğunu hayal ediyorum. Yüzümde oluşan tebessüm, uçağın dağın arkasına geçip yok olmasıyla, buruk bir şekilde ortada kalıyor.
Olduğum yerde kıpırdamadan uzaklara bakıyorum. Midemde başlayan hafif bulantı, başımın dönüşü ve sarhoş gözlerle etrafa bakışım yalnızlığın ve uykunun tekrar bedenimi etkisi altına aldığının göstergesi.
* * *
Tükendiğimi hissediyorum. Yıkılmaya niyetim yok. Hatta sanki bu halimi sevmeye başlıyorum.
Filmlerde yediği kurşunlara rağmen yıkılmayan bir kahraman gibi, sıkıntılara ve zorluklara karşı dik durmaya çalışıyorum.
Kahraman olduğuma kendimi iyice inandırıp; "Bu kadar yeter, artık içeri girme zamanı" dediğim anda, bomboş yolun sonundan gelen araç sesi; ıssız bir adaya düşüp, yaşam savaşı veren bir adamın kurtarıcısını gördüğü anda hissettiği, yorgun sevinci bir kez daha yaşıyorum.
* * *
İçinde olduğum araç dönüş yolunda ilerlerken, bir günü daha atlatmanın ruhuma verdiği tazeliği hissediyor, eskiden sünger olan vücudumun bir kısmının daha, teflon ile kaplandığını duygusuzca izliyorum...
( 17.08.2012 / BEYKOZ )
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder